Beyin, yaklaşık olarak 1400 gr olan yumuşak bir doku. Vücudumuzun en önemli organı. En önemli saydıklarımızın bile kontrol merkezi. 10-14 milyar civarında sinir hücresi bulunmasına rağmen, bilgi saklama kapasitesi ise 1-2 milyon bit arasındadır. Bu da demek oluyor ki; çok önemli görülmeyenleri ctrl-shift-del yapıyor beynimiz.
Bazen insan nasıl büyüdüğünü anlayamıyor, anlayamadığı gibi ilk deneyimlerinden küçük olayları beyin kaydetmemiş oluyor.
İlginç sorular geliyor aklına insanın; mesela ilk kez toplu taşıma aracı olan otobüse tek başıma savunmasız ne zaman binmiştik?
İlginç sorular geliyor aklına insanın; mesela ilk kez toplu taşıma aracı olan otobüse tek başıma savunmasız ne zaman binmiştik?
Ergenlik ve gençlik dönemimin en hikayesi bol yılları lise zamanı. Okula servis ile değil, otobüsle gitmeliyim dediğim yıllar. Neden? Ben artık çocuk değilim. Kimse beni serviste görmemeli, servisin içerisinde görülürsem utancım iki katına çıkar dediğim ergenliğindeki seneler.
Hayat şartları ve sosyal imkanlar bakımından sürekli ev değiştiriyoruz o sıralar.
Oturduğumuz evden okula giden güzergahtan geçen toplu taşıma araçları: taksi-minibüs-otobüs. Öğrenci olduğumuz için taksiyi bu listeden direk çıkarıyoruz, anlatmaya gerek yok :)
Oturduğumuz evden okula giden güzergahtan geçen toplu taşıma araçları: taksi-minibüs-otobüs. Öğrenci olduğumuz için taksiyi bu listeden direk çıkarıyoruz, anlatmaya gerek yok :)
Resim çantası, 25x35, 35x50, 50x70 gibi zenginliğine göre değişen ebatları ile ikibinli yıllara damga vuran figürlerden. Sol ve sağ loblarındaki çıtçıt eden yeri kapadın mı inanılmaz bir keyif hissettersin.Tıpkı eski otobuslerde daha çok olurdu o düğme, inmek için yuvarlak tuşlu butona basarsın ya bir ferahlık gelir ya aynen öyle.
Bir gün öncesinden resim öğretmeni bütün sınıfa not vereceğini ve eksik olan resimleri tamamlamamız gerektiğini söyledi.
Ben ve benzeri bir çok arkadaşım da geceden annesine, babasına, kısacası kimi buluyorsa resim yaptıracak.
Ben ve benzeri bir çok arkadaşım da geceden annesine, babasına, kısacası kimi buluyorsa resim yaptıracak.
Ama o beş-pekiyiyi kimse benim kadar hak etmemiştir diyebilirim. (Beş Pekiyi. Beş Pek…iyi…)
Uzun süre sonra okula resim çantası götürecektim. Neyse çıktım evden işte.
Okula güç bela, kendimi nefes alacak kadar boşluk bulduğum otobüs veya minibüsei son anda zıplayıp giderdim. Fakat durum bu sefer biraz daha karışıktı. Elimde dünyanın en mantıksız, şekilsiz şeyi vardı. “Resim Çantası”.
Okula güç bela, kendimi nefes alacak kadar boşluk bulduğum otobüs veya minibüsei son anda zıplayıp giderdim. Fakat durum bu sefer biraz daha karışıktı. Elimde dünyanın en mantıksız, şekilsiz şeyi vardı. “Resim Çantası”.
Ebatları açıklanır cinsten değildi. Dünyanın en saçma şeklidir dikdörtgen zaten. Sırtımda sırt çantası, elimde dikdörtgen beyaz resim çantam. Beklemeye koyuldum durakta. Durak kalabalıktı. Duraktakiler ve ben geçen toplu taşıma araçlarına uçak misali bakıyorduk. Biz uçağı görüyorduk ama kaptan ve yolcular durağı sanki hiç görmüyorlardı.
Biraz daha zaman geçti. Normalde bindiğim saatler geçmişti ve ben strese girmeye başladım. Okula ve derse geç girmemek değil de kişisel olarak takıntımın olmasından. Gidilecek bir yere geç kalma takıntısı var bende. Napalım ben strese girdim bi kere durakta.
Derken uzaktan kırmızı uzunca uzun akordeon şeklinde bir otobüs köşeyi döndü. Tren gibiydi, böyle her yere siyah leş gibi duman fofuda fofuda geliyordu. İçerisindeki kokuyu yaklaşık 500 metre uzaklıktan alabiliyordum ama, o otobüs benim kurtarıcımmış gibi geliyordu bana.
Durakta değilde biraz önde veya arkada bekleyeyim dedim. Çünkü elbet yolcu indirecek bir otobüse denk gelicektim. İndirince de boş yere zıplarım dedim.
Tabi çakalım ya, yine de arayı uzatmadan 20-30 metre ileri açıldım duraktan.
Akordeon tipli trene benzeyen körüklü otobüsü görerek beklemeye başladım.
Heyecan olmuştum çünkü arkasında başka otobüs-minibüs yoktu ve ben gelen bu otobüse binmek zorundaydım.
Tabi çakalım ya, yine de arayı uzatmadan 20-30 metre ileri açıldım duraktan.
Akordeon tipli trene benzeyen körüklü otobüsü görerek beklemeye başladım.
Heyecan olmuştum çünkü arkasında başka otobüs-minibüs yoktu ve ben gelen bu otobüse binmek zorundaydım.
…Beklenen oldu otobüs durağı biraz geçince yolcuları indirmek için durdu. Hatta beni bile geçti. Ama ben duraktan otobüse olan bölümün birincisiydim ve ordan hızlı adımlarla otobüse yaklaştım.
Yaklaştım, yaklaştım, yaklaştım, koştum, yavaşladım, baktım…
İnenleri bekledim. Arka kapıdan inen nerden, nasıl inmiş acaba diye sordum kendime. Çünkü sıfır yer ve insanlar dışarda resmen. 2001 yılında Hacettepe Üniversitesinde çekilen kampüs otobüsünün bir benzerini hayal edin.
- Hacettepe Üniversitesi kampüs otobüsü, Yıl 2001. 92-261 06 LNM 64
Ben yine de kendimi atmaya çalıştım o otobüse sırt çantam ve resim çantamla. Gelme der gibiydi bakışları ordakilerin. Sessiz ama içten derinden küfürleri hissedebiliyorum. Ben yer açar mısınız bile demeden böyle sol ayağımı attım. Sığışma derdindeyim. Sığdım mı gerisi kolay diyorum. Ne olabilir ki en fazla? Kapıda kapanmazsa oh püfür püfür valla.
Güç bela adımımı attım ama, benim yüzde otuzum falan içerde. Sol elim çok az da olsa içerde ortada kapıyı dik-paralel bölen tutmalıkta, kara demirde.
Kanca yapmısım işaret parmağı öyle. Sırt çantam, arkamda samsun sigara içmekten bıyıkları sararmış amcanın nefesinin hemen önünde. Sağ elim ise beş pekiyiyi bekleyen resim çantasını tutmaya çalışıyor. Derken otobüs hareket etti. Yavaş yavaş hızlanmaya başladı ama bende sıkıntı yok. Ben sadece
motosiklete kasksız binmiş köpek gibiyim.
Kanca yapmısım işaret parmağı öyle. Sırt çantam, arkamda samsun sigara içmekten bıyıkları sararmış amcanın nefesinin hemen önünde. Sağ elim ise beş pekiyiyi bekleyen resim çantasını tutmaya çalışıyor. Derken otobüs hareket etti. Yavaş yavaş hızlanmaya başladı ama bende sıkıntı yok. Ben sadece
motosiklete kasksız binmiş köpek gibiyim.
O andan itibaren saniyeler içersinde verdiğim psikolojik savaş. Sabitim, hareket etmeye yer yok. İnsanların dışarı düşmemesi mucize. Kasıldım ve yavaş yavaş kramplar girmeye başladı. O iğrenç resim çantasını, o dar alanda tutmaya çalışan sağ kolumu esir aldı kramp. Ben bir master yoda gibi başka şeyler düşünüp o anın geçeceğini hayal etmeye çalışırken, körüklü otobüsün arka kapısından “tarkturktrk” diye ses geldi.
Kapı meksika dalgası gibiydi. Önce sağa sonra sola kendi olduğu yerde harekete başladı. Kapı kapanacaktı, evet. Ama benim sağ kol resim cantasını tutuyor. Resim cantasının tamamı dışarda salınıyor uçurtma gibi.
E sol elin sadece işaret parmağı kanca gibi ortada duran o siyah demiri tutmaya çalışıyor. Kapı kapanırsa direk suratıma çarpacak ve çarpması ile beni sıkıştıracak diye düşündüm. Çünkü “tarkturktrk” sesi korkutucu çıkmıştı ve sanki Mike Tyson yumruğu gibi görünüyordu bana.
E sol elin sadece işaret parmağı kanca gibi ortada duran o siyah demiri tutmaya çalışıyor. Kapı kapanırsa direk suratıma çarpacak ve çarpması ile beni sıkıştıracak diye düşündüm. Çünkü “tarkturktrk” sesi korkutucu çıkmıştı ve sanki Mike Tyson yumruğu gibi görünüyordu bana.
O anda bir karar vermeliydim. Benim üzerime doğru saniyeler içerisinde beni bu düşüncelere sokan kapı bana çarpmadan. Kafamı hafif sağa dışarı doğru çıkarıp dışarıya otobüsün hızınına baktım. Otobüs pek hızlı gitmiyordu sanki. Ben de kapı çarpacağına ben aşağı atlayayım bir sonraki otobüsle giderim diye düşündüm.Düşünmez olaydım. Böyle kendini özgürlük diye bağıran Willian Wallace misali kapı ile burun buruna gelmeden zıpladım dışarı doğru.
Ayaklarımın hızı ve otobüsün aynı yöndeki hızları birbirinin eşleniği değil.
…Uçuşumu hatırlıyorum.
Otobüsün hızını yakalayamayınca, resim çantam benden kopmuş özgür bir göçmen kuş gibi havada süzülürken, ‘Matrix’ gibi zaman yavaşlamıştı.
Dışardaki sesler “KOŞUN ÇOCUK OTOBÜSTEN AŞAĞI DÜŞTÜÜÜÜ!”
Dışardaki sesler “KOŞUN ÇOCUK OTOBÜSTEN AŞAĞI DÜŞTÜÜÜÜ!”
Yerde gri lise pantolonumla kaydım. Otobüs durdu. Çevreden insanlar koşuşarak yanımda bitti. Bir taraftan yeri öperken, diğer taraftan da bu rezillikten nasıl kurtulacağımı düşünüyordum. Diz kapaklarım beyazlamıştı kayarken, gri lise pantolonu hayal edebilirsin.
Yanıma geldiklerinde ise ben hemen ayağa kalktım. Canım nasıl yanıyor ama hiçbir şeyim yokmuş gibi davranıyorum, yeter ki o kalabalık çevremden yok olsun. Kendimi feci rezil hissediyorum. Bana soranlar var, oğlum nasılsın. Ben ise resim çantam diyorum sadece.
Bırak şimdi resim çantanı sen nasılsın diye şuurum ölçüyorlar. Ben ise resim çantam, resim çantam nerde diyorum.
-Resim çanta mı gördünüz mü?
Harap bitap vaziyette o gün okula gittim. Dizlerim hafif yırtık ve solgun. Bütün vücudum, sokakta ne kadar toz varsa süpürmüş üstümde, saçlar dağılmış. Kafamda yara bandı.
Kan ter içinde derse girdim. Resim hocası numaramla beni yanına çağırdı. Bütün bu olaylardan habersizdi belki ama, ben beş pekiyi aldığım için farklı hissettim. Bütün zor sartlara rağmen hocanın kalemi o deftere beş pekiyi yazdığında içimde anlamsız değişik bir duygu oluşmuştu. Prenses kurtaran Mario gibiydim. Bütün zor bölümleri atlatmıstım.
Okul hayatında genel olarak başarılı bir öğrenciydim. Çok zor sınavlardan çok iyi notlar aldığımda olmuştu. Çok çalışıp düşük aldıklarımda. Fakat içlerinde en özeli resim dersinde aldığım beş pekiyiydi. Zordu, sıkıntılıydı, komikti…
Ne logaritmalar atlattı bu can da bir seni sevdi be resim dersindeki beş pekiyi.
Haydi eyvallah…
Saygılarımla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder