Bir insanın açık denizde kanoya çarpma ihtimali sizce yüzde kaçtır?
Evet, kanoya çarpması.
''Kanonun insana çarpması değil, insanın kanoya çarpması.''
Size imkansızı anlatacağım. Olmaz demeyin, oluyor.
…
Dertlerin daha az olduğu bir yaz dönemine denk geliyor hikaye...
Mandıra filozofu haklıydı. ‘’Kaç yazımız var ki hayatta?’’
Her yazlıkçının hayalidir yaz gelse de yazlığa gitsek düşüncesi.
O yaz günlerden bir gün hava yaklaşık 35 derece. Güneş yakıyor, tek bir bulut dahi yok. O kadar mavi ki gökyüzü, ufukla birleştiği yerde denizin rengini alıyor. Güneş o kadar sıcak ki, denizin üzerinde ışıltılar oluşturuyor. Bakmak isteğin yere, gözünü kısarak bakmak zorunda kalıyorsun.
Yazlık sahillerini bilirsiniz, olmazsa olmaz bir ''iskele’’ vardır. Nereye giderseniz gidin bu iskelede senaryolar hep aynıdır.
Çocuklar doluşur, doluşan çocuklar uzaklaştırılır.
Güreşen ergenler birbirini denize atar havarahuvara.
Amuda kalkanlar, su sıçratanlar, takla atanlar, balıklama
atlayamayanlar…
Balıklama
Atlayamayanlar:
Denize kağıt gibi yapışır genelde, sudan çıktıklarında kaynar su dökülmüş gibidir vücutları.
Sırf bir arkadaşım; balıklama atlayamadığı için, kız arkadaşı
tarafından terk edildi.(True Story Bro/okursa yazıyı bana küfredecek ama şuraya
sıkıştıralım onu da yeri gelmişken)
Farklı bir yazı yazılabilir aslında bu konuya ‘’ Balıklama atlayamadığı için terk edilen
gencin dramı‘’
Yıllarca bunun üzerine çalıştı ciddi olarak.
Sonunda balıklama atmayı öğrendi ama; bu sefer de başka taklacılara
denk geldi.
Yani kendine bir türlü balıklama atlayamamanın sorun yaratmadığı
bir hayat ortağı bulamadı.
Neyse iskeleyi anladınız, yaşadınız o anı. Fakat o gün öyle değil.
Bomboş bir iskele ve deniz. Sessizlik ve huzur hakim. Sıcak havayı absorve etmek adına denizin içerisindeyim, denizden dağları izliyorum manzara şahane…derken;
İskelenin başında gülerek gelen Sergio’yu gördüm.
İskelenin sonuna doğru, kırık tahtalı, üç basamaklı merdiveni aşmış, sırıtarak gelmekteydi yavaş yavaş. Sağ kol ileri giderken, sol kol geriye senkronize bir şekilde hareket etmekteydi her adımında.
Yürüyen bir yengeç sanki, tek farkı gülüşüydü. O muazzam
sırıtış gözümün önünde. O mutluluk, o umarsız bakışlar.
Sergio bana doğru
baktı.
- Su nasıl?
+ Çok güzel, atla.
Sergio’nun biraz önce balıklama atlayamanlar alanında
anlattığımdan farklı kendine has bir atlayış şekli vardı.
Yana doğru denize paralel şekilde, kafası 45 derece eğik özel balıklama atlayışı vardı. Denize doğru ilerlerken vücudu pergel şeklini alırdı. Bu atlayış sonrası ise aldığı ivme ile suyun dibine girer.
Sudan çıkana kadar, kendini olimpiyatlarda son 50 metresi
zannederek, önüne dahi bakmadan nefesini tutarak deparlardı. O gün de stilinden
taviz vermeden başlamıştı yüzüşüne.
Denizin içerisinde tüm ana tanıklık ediyordum.
Çok uzaklardan bir kano ivmeli bir şekilde gelmekteydi.
Sergio’da bir o kadar ivmeliydi.
İki ivmelinin, yine de koskoca denizde çarpışma ihtimali yoktu.
Fakat
zaman ilerledikçe saniyeler yavaşlamaya ve acaba olabilir mi sorusu zihnimde
canlandı.
İvmeli kano ve ivmeli Sergio daha da yakınlaşmıştı
birbirlerine.
Denizin içerisinden ‘’Sergio..oo.Sergio…Dur..rrr!!!’’
diye bağırmaya başladım.
İvmeli kanodaki çocuk fark etti '' İskeleden durgun denizi köpürterek gelen Sergio’yu''. Ve durdu, nutku tutuldu, hareket edemedi.
Sağa sola
bakarken ivmeli kanodaki çocuk. Bir ses.
DANNNN!!!! Bir ses
ki, kafadan çıkması imkansız.
AOOOUWWW!! İkinci bir ses ki, kurt uluyor denizde.
Sergio, tüm bunlar olurken ne düşündü acaba?
Denize atlarken Rodos’a kadar açıktı. Denizin içerisinde tek bir canlı bile yoktu benim dışımda. Alabildiğine boş.
Neye çarpmıştı?
Neydi boş denizde vurduğu?
Ne olabilirdi?
Denizin içerisindeyken hiç düşünmediği cisim nereden çıkmıştı ?
''Gemi, tekne, zodiac,
jetski, neydi ?''
Ya ivmeli kanodaki çocuğun bakışları : ''Abi ne yapayım der gibi.''
Çocuk durumu fark edince bıraktı kanoyu ama, hırçın Sergio bırakmadı devam
etti.
O kadar sert çarptı ki, denizden izleyen ben, bunun bir intihar
girişimi olduğunu düşündüm.
Çok hızlı bir şekilde durmadan öyle bir çarptı, öyle bir çarptı. Kano
yalpalandı. Kanoyu devirecek güçte bir çarpma.
DANNNN!!! AOOOUWWW!!! RRIAAARIAARRRRRAAA!!!
(Yandım rengi kırmızı)
Ben mi ?
Gülmekten su yutuyorum tüm bunları izlerken.
Boğulacağım kramplar girdi, ayağımı kuma basacak bir yere
atmaya çalıyorum kendimi.
Çok garip bir andı gerçekten.
Seeeergio....Dur!!! (O an!)
Ez cümle;
Hiçbir şey düşünmeden, denize balıklama atlamak
güzeldir. Umarsızca yüzersiniz, çevreye aldırış etmeden.
Çevrenizde biri veya birileri hep o denizin içerisindedir. Görürler ne olup ne olamayacağını. O kişi veya kişiler sizi uyarır, durdurmaya çalışırlar.
Fakat siz, kimseyi dinlemeden devam edersiniz sonunu
düşünmeden yine de.
Çünkü güneş sıcak, deniz serindir. Tıpkı dondurma reklamı
gibi, sıcak kumlardan serin sulara atlamak gibi.
Kanonun geleceği belliydi.
Denizin içerisindekiler sizi uyardı.
Belki çarpacak belki çarpmayacak. Yine de duymadınız ya da aldırış etmediniz bilemeyiz.
Hiç beklemediğiniz boş bir denizde, beklemediğiniz bir anda kanoya çarparsınız sonra.
Hem de ne çarpma.
Kafamı taşlara vurayım demek bile az kalır, kafamı kanolara
vurayım dersiniz.
Sözün özü; Boş denizde olsa, kanoya kafa atmadan önce iyi düşünün.
Deniz bir anda
dalgalanabilir, köpekbalığı gelebilir, kano çıkabilir…
Yine de ben düşünmem yaparım derseniz,
''Boş denizlerde daha çok
kafa atarsınız kanolara...''
Saygılarımla.
https://www.youtube.com/watch?v=HZLgaP9QJ0A
...
Sonradan gelen edit;
Bonus :
Sergio'nun açıklamaları ''O an''
.