Translate-Çeviri

24 Ocak 2022 Pazartesi

Gezi Teknesini Kovalayan Tanku: Gerçek Bir Sıçma Hikayesi




Gezi tekneleri ile ilgili herkesin pek çok anısı vardır. 

Benim de inanılmaz hatıralarım var, fakat bu yazacağım olay, şu zamana kadar gezi tekneleri ile ilgili yaşanan en ilginç olanıdır.

Kahramanımız hayal ürünü değildir, hikaye gerçek olaylardan esinlenerek yazılmıştır. 

Tatilinizin ilk iki gün sonrası, genelde teninizin pembeleştiği, bronzlaşmadan önce olan zamana denk gelir tur teknelerinin fark edilmesi.

Çarşıda yürüyüşe çıktığında tabelalar ve fiyatlar gözüne çarpar.

-Sorsak mı, soralım mı derken…Bu soruyu aklına getirmiş isen, muhakkak gezi teknesine binmiştir zaten.

 

Gezi Tekneleri ile ilgili alt başlıklarımız;

-Bok balığı popolina yeme,

-Shaggy ve benzeri müzikler ‘’Hey sexy lady’’ ve buna eşlik eden çeşitli garip dans figürleri,

-Teknenin en üstünden balıklama atlamaya çalışıp, kağıt gibi yapışma etkinlikleri,

-Temiz bir koya demir atma,

-Sıçma ve kapanış.

 

Bok balığı popolina(doğrusu papalina)’yı hatırlayamayanlar için yazayım.

Papalina balığını bilmeyen yoktur aslında, adını unutmuş olabilirsin. Tadını da.

Küçüklükten aklımdan kalan popolina yanlış telaffuzudur.



Biletler alınmıştır, tekneye bindikten sonra öğrenirsin bazı şeyleri. 

-Yemekliymiş gezi.

-Ne yemeği veriyorlar?

-Popolina diyorlar. Bok balığı diye bir balık dedi yandaki dayı.

Papalinayı ''popolina'' olarak şiveleştirmiş belki ve popodan da bok balığını türetmiş olabilir. 

Sonuçta Ege’de hayallere sınır konulamaz. Hele dayılara asla.

Balığı araştırdıktan sonra, sardalya’nın küçüğü olduğunu öğrendim.

Sardalya ne ki, bir de onun küçüğü. 

Neyse balığı anlattık hisleri yaşatmak adına.

Suratlar yanmaya, ortam ısınmaya ve Shaggy şarkıları çalmaya başladığında, önce ilk oynayan beklenir usul gereği.

Koyun sürü psikolojisine uygun toplumlarda, eğlence bile toplum kalabalığı ile bağlantılı olduğundan, yeterli sayısal çoğunluk sağlandığında herkes sahneye atar kendini.

Sonrası basit; 

Birbirini tanımayan insanlar birbirlerine top fırlatır, tutmaya çalışır. 

Diğer tarafta olta dansı, arkadaşını balık gibi çekerler yanlarına falan.

...

Bir de teknenin en üst kısmından atlayanlar vardır. Ergenlik döneminde karizmatik görünürdü bunlar herkese. 

Atlayana sorular sorulurdu. 

Bizde sorduk yalan değil. Ne güzel uçuyor öyle, apartman olsa 3. Katından aşağıya süzülüyor.

-Nasıl atlanıyor kardeşim kolay mı ?

- Çok basit, önce…şöyle şöyle..böyle..böyle.

Zaten her işte yapanlar için çok basittir. 

Günlerden bir gün, buna benzer birini dinlen bir arkadaşımın, gaza gelerek atlamasına şahit olmuştum.

Nasıl hipnotize olduysa, yukardan aşağıya bir atlayışı vardı.

Atlarken üst demire ayağını takıldı. 

Havada Shaggy’nin şarkılarında dans ettiğimiz, arkadaşımıza fırlattığımız topa dönüştü. 

Yarısında Fred Çakmaktaş gibi Yabadabadu...benzeri sesler çıkararak hızlanıp, kağıt gibi suya çarptı. 

Çarptıktan sonra ''Yandım Anam'' bağırışı, denizden atlayışı seyredenler için gülmekten boğulmaya itecek nedendi.

...

Yazının başında belirttiğim gibi, en ilginç olanı temiz bir koya demir atıldığı bir zaman, kakası gelen Tanku’nun hikayesidir.

Tekne koya yanaşır, insanlar denize girip eğlenmeye başlar.

Tanku ise denize girmeden önce, wc’ye girmek ister teknede sadece. 

Wc arızalıdır yazısını gördüğü gibi çalışanlardan bilgi ister.



-''Nereye sıçacaz?''




Çalışanlardan biri, Tanku’ya tuvaletler arızalı efendim maalesef dedikten sonra...

Aklına bir fikir gelir kahramanımızın.


Herkes denize girerken, o ufuktaki küçük adacığı gözüne kestirmiştir.

''Tekne ortalama olarak bir koyda en fazla yarım saat kalır düşüncesiyle, yüzerek karaya çıkayım ben, adanın arkasına sıçayım.'' der.


Denize atlar, yüzer ve karaya çıkar. 

Robinson Crusoe misali, hafif trekking yaparak, adanın arka tarafında bir yere çömer. Detayları anlatmayacağım 😊

Sıçma serüvenini sonlandıran kahramanımız Tanku, adanın ön tarafına doğru yürümeye başlar. 

Seslerin azaldığını hisseden Tanku, içsel bir korku ile hızlanarak yürümeye başlar.

-Acaba??? -Acaba??? Acaba gitmiş miydi tekne?

Olamaz, olamaz...Kesinlikle olamaz.


Tanku hafif rampa aşağı doğru inerken adacıktan, gezi teknesinin koydan müzikler eşliğinde uzaklaştığına şahit olur. 

Boş bir adadadır, uzaklaşan tekneye bakar.


Hangi hamle doğru olurdu ki?

Bir sonra gelecek tekneyi beklemek mi? Yoksa teknenin peşinden yüzmek mi?

Bir sonraki teknenin geleceği de meçhul belki ıssız adaya. (Burada empati yapın ne olur 😊)


Evet kahramanımız Tanku, teknenin peşinden saatlerce yüzdü.

Yoruldu, dinlendi, tekrar yüzdü...Yoruldu, dinlendi, tekrar yüzdü...

Açık denizde tek başına yüzen bir adam. 

Yani o esnada motorlu kayıkla yanından geçsen şaşırırsın.

-Abi senin ne işin var burada şeklinde?

Ama o yüzdü..yüzdü…çok yüzdü, diğer koya kadar.


Sonunda ne mi oldu?

Başka bir koya kadar yüzebildi. Başka bir gezi teknesi ile karşılaştı. Sonra da kıyıya ulaştı Recep İvedik misali.

Gerçekten bir sıçma hikayesi bu kadar güzel olabilirdi.


Ez cümle;

Şimdi anlattığımız olayda, ben o adaya sıçmazdım diyebilirsin belki.

Düşününce de keşke o adaya sıçan ben olsaydım diyebileceğin farklı sıçışlar yaşamış olabilirsin ama.

Hayatta sıçtık, düzelmez, nasıl olur, ne yapacağız dediğimiz anlar gelir çatar.

Ne kadar zemine yakınsan, bir o kadar da güvenlisindir aslında. 

Zor kararı verdi, Zemine Yakın Tanku

Yakalarım umuduyla hiç düşünmeden peşinden yüzerek kovaladı gezi teknesini açık denizde. 

Hem de onu bırakan bir teknenin peşinden. Tekne, o yüzüp ona yetişmeye çalışırken, ufukta kayboldu.

Tanku yüzmeye devam etti yine de.

Yüzdü, yüzdü, yüzdü…

Hiç düşünmediği o açık denizde, başka bir tekne çıktı karşısına onu kurtardı ve karaya getirdi.

En sıçtığımız anlarda bile, ne güzel sıçmıştık diyerek birbirimize anlatarak güldüğümüz nice hikayelere…


Siz yüzmeye devam edin yeter ki,

‘’Umut oldukça her yeni gün, yeni bir başlangıçtır.’’ 


Saygılarımla. 



https://www.youtube.com/watch?v=nr5ex_94vp0

 

 

 

 

 

 

 

 

12 Ocak 2022 Çarşamba

Demirden Dökümlü Hafif Paslı Dambıl

 


Dambıl İngilizce dumbell kelimesinin Türkçe okunuşudur. 

Büyüme evresinde, özellikle vücudumuzu keşfetmeye başladığımız ilk zamanları bilirsiniz. Herkesin vücudunu keşfedip sorguladığı zaman farklı olacağı için zaman kıstası koymak yersiz.

Çevresel yaşanan alaylar, beğenilmeme ve benzeri dış etkenler ile beraber özgüvene sahip olma isteğine geçiş dönemi diyebiliriz.

Sadece zeka ile olmayacağının farkındasındır. 

Zaten zekaya sahipsen amaç doğrultusunda da yapacaklarını listeler, aksiyon almaya başlarsın. Zekayı akla çevirmeye başla hınzır yiğidim.

Özellikle yakın zamanlarda çokça duyduğumuz sapyoseksüelim ben diyen insan tipi mevcut. Sapyoseksüelim diyen birinin yanında fiziki olarak bitik birine de hiç rastlamadım ya. Zeka en önemlisi evet, ama diğer unsurlar reddedilemez. Ben de zekaya aşığım ama tek başına olur mu hakim bey? Ben sadece doğruları söylemek ile yükümlüyüm, yalan hiç demedim.

Desem;

  • Amigdala’nın boyu değil,işlevi önemli.
  • Hipotalamus kaslarını gördün mü ?
  • Omurilik soğanı çok tatlı değil mi?
  • Beyinciği ne tatlı.

Saçma, komik olmayan örneklerle sapyoseksüelliği, teşbih-i beliğ yapmamın amacı, hepinizin çevresinde böyle insanlar var. 

Sadece zeka olmadığını siz de biliyorsunuz olayın. Özetle Zekayı vücuda yükledikçe insan, ek olarak tadından yenmez bunlar için. Ben böyle sapyoseksüel bir delikanlıyım.

Sapyoseksüeller şu pankartı yapın bence. 

''Görüntüsü olmayan zekayı napalım !!!'' (Taksim meydanında hayal ettim bir an bunları) 

Zekayı severiz, adonislerinden ötürü.(Salak, gülücük) 

Yemeğin salçalısı, zekanın kalçalısı.(Saçmalama v2 upgrade)



Fiziki olarak kendimi düzeltebilirim diyerek, spora adım atılan yıllara dönelim.

İlk spora adım attığınızda aklınıza gelen ilk nesne nedir?

Ben soyleyeyim önce. Demirden dökümlü hafif paslı dambıl.

İkinci alternatifte, yanından kumları dökülen mavi renkte 3 kg plastik olanıdır.

Hayalinizde canlandırdığınızda hafif tebessüm sanki.  


Bu hikaye;

·         İlk dambılını kaldırdıktan beş dakika sonra, aynanın karşısına geçip vay be ne geliştim diyenlerin hikayesidir.

·         Kasnaktan yapılmış  paslı demir kokusunu burun deliklerinde hissedenlerin hikayesidir.

·         İlluminatili, üçgen desenli halının üzerine dökülen kumlu dambıl artıklarını, ayakları ile kaloriferin ya da koltukların altına itenlerin hikayesidir.

Fazla elitist ve kolay kazananlar uzaklaşalım. Onlar anlayamaz bu hisleri.


...


İlk dambılına sahipsindir. O sahip olduğun bir de hikayedeki gibiyse...

Belirli bir süre geçtikten sonra, muhakkak birisi ayağını çarpar o cisme ‘’Demirden dökümlü paslı dambıla’’ 

Ve şöyle bir ses duyulur sürekli.

  ‘’- Dodiiiiiiieeeiieee!!!’’

Sonra tekrar birisi ayağını çarpar.

- ‘’ Aghğğğhhhh, gene mi ortada bıraktın aggghhh ayağımmm’’

Sonra tekrar eder ardışık günlerde

-En sonunda atacağım çöpe, kaldır şunu odana götür falan. Sonra, sonra hafifler ettikleri laflar ya da tecrübe kazanır, ayaklarını teğet geçmeyi öğrenirler.

Zamanla da ayaklarını vura vura ev içerisindeki kişiler alışır, serzenişler azalmaya ve hafiflemeye başlar. Bu aynı eve kedi-köpek istemem diyerek, geldikten sonra ona alışanlar gibidir.

Hatta bazıları, ayaklarını vurmadıklarında rahat etmiyorlardı gibi geliyordu bana. 

Mesela annem, ayaklarını demirden dökümlü hafif paslı dambıla vurma konusunda master tecrübeye sahiptir. Vurmadan rahat etmiyordu sanki. Artık vurmasın diye, dambılı acayip yerlere park ettiğim zamanlarda bile, bir şekilde onu bulup ayağını vuruyordu.


O demirin ayaklarda bıraktığı acılı tatlı hisler var ya.

Biri ayağını vuruyor, yüzü ağlamakla gülmekle karışık buruşuk acılıyken, sen bu görüntüde kahkaha atmaya evrilebiliyorsun anlık. Çok acayip bir his.

Sonrasında üniversiteyi kazandım da aldım oraya götürdüm arkadaşım, demirden dökümlü kasnaktan yapılmış olan paslı dambılımı. Kendimize yeni kurbanlar arama peşindeymiş gibi.


Daha çok kişi ayağını çarpması lazımdı…


Üniversite zamanlarının ortalarına doğru Facebook yaygınlaşmaya başlamıştı. Siması tanıdık kızlara dürt atılan zamanlar.(Simayen tanımadıklarımıza atmadığımız düşünülmesi kesinlikle 😊)

''Dürt'' 

Çok eskiler hatırlar anca. (Daha eskiler Poke olarak bilirsiniz ingiliççe kullanan ilk face keşifçileri siz)

Telefon kullanmaya başladığımız ilk zamanlar, kontörlü hatlarımız ile tasarruflu harcama durumlarımız vardı. Kontörlü olduğundan da karşıya çağrı attığın ve karşıdan cevap geldiğinde mutlu olduğun an gibi.

O gün evde dört kişiyiz. Üç kişi benim odamda oturuyorduk. Facebook üzerinden daha önce gönderdiği dürtü kontrol etmek için bilgisayarın başına geçen arkadaşımız John’a dürte dürt geldi (Dürten John diyelim biz buna lakap olarak)

Dürte dürt sonrası mesajlaşmaya başlayan arkadaşımızı da şöyle tasvirleyeyim.

Arabaların arka koltuğunda yaylı köpek kafası vardır ya. Hani arka arabadasındır, önündeki arabanın arkasında da dilini çıkaran, kafası sağ sol yapan yaylı oyuncak var ya. Hah aynı öyle kafası. 

Klavyeye bakmadan mutlu bir sekilde hızlı bir şekilde de yazmakta o esnada…

Şuna benzer aç Afrikalı konuşmalarını kulağımda tekrar hissedebiliyorum.

-‘’Dürt’’ lan!!!

-Karşı tarafta dürttü mü?

-‘’Dürttü’’ 

(Haydaaa evde parti şöleni)

-Yaz,yaz…yaz…

-Yazıyorum.

 

Neden bu kadar heyecan?

Dürte dürtle cevap veren kızın evinde de 3 kız var da ondan ve en önemlisi çapraz apartmandalar. Benim odamdan da bakıldığında görünebilen daire.

Heyecan artmıştı.

Dürten John, bize görevler de vermeye başlamıştı.

Steven’a ışığı açma kapama görevi verilmişti. John aç kapa dedikçe çapraz apartmana işaret çakıyordu bıyık altı gülüşleri ile. Ben ise yatak kenarıma oturmuş pencere kenarından kontrol ediyorum kızları. Perde arkası bakışları falan yakalıyorum. O anda Dürten John yazılarını ona göre yazıyor ve AçkapaSteven’a lambaları aç-kapa talimatı veriyordu.

DürtenJohn, AçkapaSteven ve ben aksiyon alırken, bu esnada Hector içerideydi.

Hector; olayın aksiyona dönüşeceğini tahmin etmemişti önceleri. Daha ciddidir ve realisttir kendisi; ama salondan, benim odamdaki gülme ve bir şeyler gerçekleşiyor sanırım hissi ile, öyle bir koşarak geldi ki…öyle bir koşarak geldi ki…öyle bir koştu ki her şey çok hızlı oldu.

Pencere açıktı yaz olduğu için.

Hector, ivmeli koşusuyla odaya girdiği gibi, kafasını eğerek bilgisayar yazışmalarına baktı ve hızını alamadan hani nerde! Neredeki daire?!!! diyerek pencereye doğru hızlı atılım yapınca…

Evet, yapınca...

Evet atılım yapınca...


İlluminati figürlü üçgen küçük halının üzerinde, o halının hareket etmesini engelleyecek yaklaşık 20 kg ağırlığındaki demirden dökümlü kasnaktan yapılmış paslı dambılı fark edemedi. 

Fark edemedi...

Tüm o anlattığım sesler var ya, hani ayağını vurduğunda tanıdıkların çıkardığı seslerin toplamı. Heh işte ona ek olarak figür katılmıştı. 

Uçabiliyordu Hector.(UçanAdamHector)

Uçak pistten havalanmış gibiydi. Rotası ise açık pencere. Zaman yavaşlamış ve sanki ağır çekim o anları izliyorduk. Hector resmen pencerenin kenarından odaya geri sekti. UçanAdamHector odaya geri dönmüştü.


Şok içerisinde ilk yaptığı, yere oturup, yerde bacak bacak üzerine atarak (Dhalsim gibi düşünün oturuşu) elleriyle ayaklarını ovuşturuyordu. 
Bunu yaparken ettiği güzel sözleri buraya yazamam, çok özel ve daha önce çok fazla duymadığım kelimelerdi demir dökümlü dambıl için.


Şirinleri görmeye umarken çapraz apartmandaki, az kalsın pencereden Hezârfen misali deneme yapıp Gargamel’i görüyordu. 

Belli bir süre sinirli olduğu için gülemedik. 

Hikayeden abi nasıl oldu? Buz koyalım mı falan diyoruz da yalan yani.

Hezârfen Ahmed Çelebi bile bunu denediğinde lodoslu bir gün seçmişti. Hector ise rüzgarın bile kıpırdamadığı bir yaz akşam üstünü seçmişti. Sonu, ormandan 4 ile sola 6 ile sağa atlayan ve 4 yerine 6 ya basan çocuk yüzünden aşağıya düşen Hugo gibi olurdu muhtemelen. Ben dambılı oraya koyarak 4 yerine 6 ya basan çocuk oluyorum gerçi ama neyse:) 

Kademeli, sindirmeli gülerek hafifleterek zamanı kahkahaya çevirdik sonraları. Ara ara hatırlar güleriz farklı yorumlarla daha da uzatırız. On yılı aşkın senedir, her hatırladığımızda ise daha da gülüyoruz farklı yorumlar katarak bir de. 

 

Ez cümle;

Acının küçüğü büyüğü olmaz.

Bazen demir dökümlü hafif paslı bir dambıl, bazen ise farklı bir şey.

Her birimiz, hayatlarımız boyunca bazı cisimlere çarpmışızdır. Çarpmaya da devam edeceğizdir.

Önemli olan ''Acılara Gülebilmektir.''

Ömrümüzün sonuna kadar acılara dönüp gülebilmeniz dileğiyle…

 

Saygılarımla.

 

 

https://www.youtube.com/watch?v=LhRgDRVWJgI&list=PL9KviB6Up8IldgnwGOe7zYeXKUFIGJ-ZY&index=12

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Gezi Teknesini Kovalayan Tanku: Gerçek Bir Sıçma Hikayesi

Gezi tekneleri ile ilgili herkesin pek çok anısı vardır.  Benim de inanılmaz hatıralarım var, fakat bu yazacağım olay, şu zamana kadar gezi ...